Zihinsel Durumların Nedensel İlişkileri Bağlamında Diğer Zihinler Problemine Bakış

Varsayımlar çevreyi anlamlandırmamızda kritik bir yere sahip gibi görünüyorlar. Bir elmayı yediğimizde tadının tatlı olacağını, Ağustos ayında havanın Marttan daha sıcak olacağını; daha ontolojik bir anlamda ise bir şeylerin var olduğunu varsayarak yaşamlarımızı sürdürürüz. Bu durumun zihin felsefesi bağlamındaki karşılığı ise ampirik metoda karşı alışılagelmedik bir direnç gösterir ve zihin araştırmalarındaki epistemolojik sınırları bize hatırlatır. Başkalarının da bir zihne sahip olduğunu düşünürken biz, bu varsayımın sağlam herhangi bir temeli olmadığı gerçeğiyle karşılaşırız. Çünkü bir bilgi-işlem mekanizmasına sahip olduğunu varsaydığımız bireylerin sadece davranışlarını gözlemleriz, herhangi bir bilişsel dinamiği işaret edecek bir gözlem yapmak mümkün değildir. Misal, metal bir nesneye dokunan bir kişinin dersinin ve kaslarının altındaki duyu sinirlerinden başlayan sinirsel atımların birincil duyu korteksinde işlenip davranışsal bir çıktıya -örneğin metal bir nesneye dokunduğunu belirtmek- sebep olduğunu iddia edebiliriz. Fakat bu kişinin metal bir nesneye dokunduğunu deneyimlediğini iddia etmek aynı ölçüde kolay değildir. Çünkü bir deneyimin sonucu olan davranış dış gözlemciler tarafından araştırılabilirken, deneyimin kendisi sadece kişi tarafından içgözlem ile araştırılabilir. Bu durumun getirdiği tatsız sonuç ise bireyin kendi dışında hiçbir bilinçli öznenin varlığını doğrulayamayacak olmasıdır. Belki de evrende bir kazandibi yemenin neye benzediğini sadece siz biliyorsunuz. Diğerleri, kazandibi ismini verdiğiniz; tereyağı, süt ve çeşitli malzemelerin spesifik bir şekilde organize edilmiş bir formunu sindiriyor ve bununla ilişkili bir davranışsal çıktı üretiyor, ama bunu deneyimlemiyor. Dolayısı ile, diğer zihinler problemi olarak adlandırılan zihin felsefesinin bu radikal problemi hakkında söyleyebileceklerimiz oldukça kısıtlıdır. Çünkü üzerine düşünmemiz gereken episteme ulaşılması imkansız bir yerde konumlanmış gibi görünür. 

Bu problem ile ilk karşılaştığımda lisans eğitimime yeni başlamıştım ve cevabın oldukça açık olduğunu düşündüğüm problemler için fazlaca vakit ayırmayı ders çalışma etiğim reddediyordu. Her şey açıktı, başkalarının sadece davranışlarını gözlemleyen ben, onların deneyimlerine erişmek bir yana, herhangi bir şeyi tecrübe ettiklerini bile söyleyemezdim. Ama zaman içinde bu problemin tam olarak aklımdan çıktığını söyleyebileceğim bir noktaya hiç bir zaman gelmedim. Bunun sebebi, problemin erişilemeyeceğini ortaya koyduğu zihin durumlarının tamamen bilinçli deneyim ile ilişkili olmasıydı. Fakat bilinç -hafıza, dikkat, karar verme vs. gibi-  zihni oluşturan işlevlerden sadece birisidir.  

Günümüzde konu ile ilgili yaptığım okumalardan yola çıkarak söyleyebilirim ki diğer zihinler probleminin nesnesi olan zihin kavramının bu problemde ele alınış biçimi oldukça sınırlıdır. Çünkü zihin bilinçli deneyimden ibaret değildir. Zira bir özne olarak tecrübe ettiğimiz davranışın bir de tecrübe etmediğimiz bilişsel nedenleri vardır. Örnek olarak, yetişkinlik hayatımızda yaşadığımız bazı psikopatolojik durumların ebeveynlerimiz ile olan iletişimden kaynaklandığını, açlık durumumuzun karar verme sürecimizi etkilediğini, daha sık maruz kaldığımız uyaranlara karşı duygusal eğilimimizin pozitif olduğunu nedensel ilişkiler formunda deneyimlemeyiz. Bütün bu durumlarda deneyimlenen şey bahsettiğim sonuçlardır (psikopatolojik durumlar, karar verme, pozitif duygusal eğilim) ama biz bu sonuçları nedenleri ile birlikte tecrübe etmeyiz. Fakat bilinçli olarak bu fenomenlerin nedenlerini algılamıyor oluşumuz bu nedenlerin zihinsel olmadığı anlamına mı gelir? Hiç sanmıyorum. Zira sonuçlar olan bilişsel durumların ve davranışsal çıktıların deneyimlenebilmesi için öncelikle bunlara sebep olan ve en az onlar kadar zihinsel olan bir bilişsel süreç gerekir. Yani, başka zihinler problemi daha iyi düşünülmüş bir kavramsallaştırmada başka bilinçler problemi olarak ifade edilebilir.

Şimdi bu durumu popüler bir deney ile daha açık bir şekilde izah etmeye çalışalım. Perky [1] tarafından 1910 yılında yapılan bir imgelem deneyinde, boş bir duvara bakışlarını yönelten katılımcılardan önceden belirlenmiş bazı nesneleri sanki o duvardalarmış gibi imgelemeleri ve bu nesnelerin fiziksel niteliklerini sözel olarak belirtmeleri istendi. Örneğin, deneyin nesnesinin bir elma olması durumunda katılımcı baktığı duvarda sanki bir elma varmış gibi imgelemeli ve bu elma imgesinin boyutunu, rengini, açısını vb. diğer özelliklerini belirtmeliydi. Katılımcılardan gizlenen şey ise bakışlarını yönelttikleri duvarın tam olarak boş olmamasıydı. Ters yansıtma tekniği ile bu duvara gözlemcinin bilinçli olarak deneyimleyemeyeceği kadar düşük bir netlik ve parlaklıkta bir görüntü yansıtılabiliyordu (Figüre bakınız). Böylece, katılımcılardan bir muz imgesini tarif etmeleri istendiğinde duvara bir muz görüntüsü yansıtıldı ve tarif edilen muz ile duvara yansıtılan muz arasındaki benzerlik araştırıldı. Perky’nin sonuçları gösteriyordu ki katılımcıların tarif ettiği muz neredeyse tamamen duvara yansıtılan muz ile aynıydı. 

Figür

Perky’nin çalışmasının illüstrasyonu.

Katılımcının baktığı duvarın arkasındaki bir projektör, netliği ve parlaklığı oldukça düşük bir görüntüyü duvarın önüne yansıtıp katılımcının bu figüre bakmasını ama bilinçli olarak tecrübe edememesini sağlar.

Bu deneyin okuduğunuz makale bağlamındaki anlamı, bilinçli deneyim ile o deneyimin nedeni olan algısal süreçler arasındaki farkı açıkça göstermesidir. Katılımcılardan bir nesneyi tarif etmeleri istendiğinde o nesnenin imgesini bilinçli olarak deneyimlediklerini doğrulayamıyor oluşumuz, bir imge tarif etme davranışlarına neden olan bir zihinsel sürecin olmadığı anlamına gelmez. Yani çıktı olan davranış ve onun nedeni olan bilişsel süreçler belki bilincin eşlik ettiği zihin durumları değillerdir. Ama davranışı belirleyen algısal süreçler şu veya bu şekilde bir zihin durumu olmak durumundadır. Aksi halde Perky’nin çalışmasndaki katılımcıların karar verme süreçlerinin duvara yansıyan muz görüntüsünden etkilenmelerinin zihinsel olmayan bir süreç ile sağlandığını söylemek durumunda kalırız. Bu da bir hayli manasızdır. Sonuç olarak önerebiliriz ki: bir amibin pH değeri düşük bir ortamdan uzaklaşması gibi basit davranışlar zihinsel bir durum gerektirmezken, bizim gibi yüksek düzeyde bilişsel durumlar ile ilişkili organizmalar için bilinç gösterilemese de zihinsel durumlar varlardır.

Kaynaklar

[1] Perky, C.W. (1910). An experimental study of imagination. American Journal of Psychology, 21, 422–442.