Kişinin zihin durumlarının sadece kendi erişimine açık olduğu zihin felsefesinde etraflıca kabul gören bir görüştür. Hatta öyle ki, metafizik görüşü fizikalist olan, yani evrendeki bütün olguların temelinde fiziksel gerçekler olduğunu düşünen, çoğu zihin felsefecisi bile bu görüştedir. Zira, Descartes’in değimiyle, bu oldu oldukça açık ve seçik görünmektedir. Benim zihnimde olan biten sadece benim tarafımdan algılanır. Sinirbilimciler ve bilişsel psikologlar belki yeterince incelikli bir metodoloji ile deneyimimin neye benzediğini araştırabilirler. Fakat benim deneyimlediğim gibi, ne tecrübe ettiğimi bilemezler. Bu, fizikalist anlatıyla tamamen uyumludur çünkü sadece metodolojik bir eksikliği gösterir, metafizik bir gerçekliği ortaya çıkarmaz. Aynı zamanda gayri-fizikalist felsefeciler için de oldukça tatmin edici bir görüştür. Zira fiziksel olan beden ile, sözde, gayri-fiziksel zihin arasında böyle önemli bir erişim farkı olması anlatılarını güçlendirir. Fakat bu görüşün yaygınlığına karşın, oldukça güçlü bir çürütme girişimi ve Wittgenstein’ın dehasının en iyi göstergelerinden biri olan özel dil argümanı [1] kesinlikle değerlendirilmelidir. O halde, önce zihin durumlarının kişiye özel olduğu görüşünü temellendiren düşünürleri inceleyelim ve Wittgenstein’in cevabına bakalım.

Zihin Durumlarında Kişiye Özellik
Sanırım bu internet sitesinde zihin felsefesinde katılmadığım her görüşün tarihsel bağlamını Descartes ile inceleyip ardından modern ve çağdaş felsefecilere geçmek bir adet oldu. “Kötü olan ne varsa Descartes’dan gelmiştir” gibi bir şeyi önerdiğim umarım düşünülmüyordur. Bu seferlik bunu yapmamayacağım ve direkt Thomas Nagel’ın ünlü makalesi What it’s Like to be a Bat [2] (bir yarasa olmak neye benzer) ile başlayacağım. Zira Descartes’in en azından zihin durumlarının kişiye özel olduğuna dair akıl yürütmesini miras alan önemli bir makale olduğunu düşünüyorum.
Nagel bu makalede olguları iki kategoriye ayırır: öznel ve objektif. Öznel olgular kişinin kendi zihin durumlarını içerir ve sadece tek bir tarafından erişilebilir. Örneğin, sabah içtiğiniz bir fincan kahve; sindirim sistemi, kafeinin sinir sisteminize etkileri ve külütrel bağlamıyla incelenebilir. Fakat bütün bu araştırmalar sizin gibi kahve içmenin nasıl bir şey olduğuna dair bir şey söylemezler. Bu fenomenal durum sadece sizin tarafınızdan erişilebilen öznel bir olgudur. Dışarıdan gözlem yapan bilim insanı sadece bu zihin durumunun sosyal, fizyolojik ve bazı bilişsel bağlamlarını araştırabilir. Fakat kendisine erişemez.
Objektif olgular ise bilimin nesnesi olan, herkesin erişimine açık olgulardır. Bütün bilim bu kategoriden olgularla ilgilenir ve doğa-insan ilişkisinin temelini oluşturur. Sismolojik dalgalar, mevsimler, meteorlar, kuarklar, kültür ve virüsler bu türden olgulara örnektir. Burada psikolojinin nesnelerininin hangi kategoriye ait olduğu net olmayabilir. Zira zihin durumlarının öznel olgular kategorisinde yer aldığını söylemiştik, fakat psikolojinin bir bilim olduğu da aşikar. Burada, psikolojinin operasyonel tanımlarla, yani zihin durumlarını bilimsel olarak çalışılabilecek nicel niteliklerle ifade edilmesiyle, çalıştığının bilinmesi gerekir (kaygı durumu ölçekleri vb.) Tabi bunun ötesinde kişinin zihin durumlarının direkt ifade edilmesiyle, klinik pratikte sıkça görüldüğü üzere, de çalışılır. Fakat burada dikkat edilmesi gereken nokta, psikoloğun danışanının zihin durumlarının herkesçe erişilebilir olan dilsel ifadeleri ile araştırma yaptığıdır. Neticede hala kaygı durumunu danışanı gibi deneyimleyemez. Sadece isabetli olabilecek tahminler yürütür. Bu makale bağlamında Nagel’ın anlatısını buraya kadar incelemek yeterli. Konuyu etraflıca ele aldığım ve çağdaş argümanlarla değerlendirdiğim, Yarasalaşmak istiyorum: Nagel’ın Zor Sorusu Zamana Karşı makalemi inceleyebilirsiniz.
Nagel’ın argümanına (gerçi orijinal makalede Nagasawa’nın [3] belirriği gibi argümanın tam olarak ne olduğu net değildir ve eleştirenler kendilerince yorumlayarak reddiyelerine başlarlar) yapılan eleştriler genelde olgu türleri arasında bir kategorik bir farkın mümkün olmadığına ve zihin durumlarınının kamusallaşmasının gelecekteki bilimsel gelişmelerle mümkün olacağına yöneliktir. Fakat bu meseleye oldukça farklı bir açıdan yaklaşmamızı sağlayan Wittgenstein’ın özel dil argümanı, zihin durumlarının sadece öznenin kendi erişimine açık olduğu önermesinin şuan bile doğru olmadığını ortaya koyar. Bu argümanı izah etmek için Wittgenstein’ın ünlü kutudaki böcek analojisi ile başlayalım.
Farz edin ki bir kaç arkadaşınızı bir araya getirdiniz ve her birinin, içinde böcek dediğimiz nesnelerden olan kutuları var. Bütün arkadaşlarınız sadece kendi kutularının içindekini bilebiliyor ve diğerlerinin kutularına bakmaları yasak. Bu bağlamda, böcek adını verdikleri varlıklar için kendi kutularının içindeki nesne dışında erişebilecekleri herhangi bir şey bulunmuyor. Yani kendi kutularının içindeki şeyin böcek olduğunu düşünmenin ötesinde bir akıl yürütme girişimleri mümkün değil. Şimdi, bu araştırmaya katılan arkadaşlarınızın hangisinin kutusunun içinde gerçek bir böcek olduğunu araştırmaya çalışalım. Böylece, katılımcıların bazılarının kutularının içinde bir böcek olduğu konusunda haklı, bazılarının haksız olduğunu düşünmek yaygın bir tutumdur.
Fakat Wittgenstein’a göre böyle bir sorgulama boşunadır, zira bu araştırmada böcek kelimesi, katılımcının kutusunun içindeki şey anlamına geldiğinden spesifik bir varlığı ifade etmez. Doğru böceğin olduğu bir kutu olduğunu söylemek, bir katılımcının kutusunun içindeki şeyin diğer katılımcıların kutularının içindeki şeylerle karşılaştırıldığında “katılımcının kutusunun içindeki şey” tanımına uyduğunu ve diğerlerinin yanıldığını söylemektir. Bu bağlamda bir karşılaştırma yapılabileceğini söylemek saçmalamak olur zira bu araştırmada böcek kelimesi spesifik bir varlığı ifade etmez. Örneğin, A kişisinin kutusunun içinde bir tebeşir ve B kişisinin kutusunun içinde bir güve olduğunu düşünelim. Bu senaryoda B kişisinin haklı olduğunu söyleyemeyiz, çünkü böcek kelimesi bu araştırmada eklem bacaklı bir canlıyı değil, fazlaca tekrara düşme pahasına, kutunun içindeki şey anlamına gelir.
Şimdi gerçek dünyaya geri dönelim. Bildiğimiz anlamda böcekler nelerdir? Bir dış iskelete, açık dolaşım sistemine, ve antenlere sahip eklem bacaklı canlılardır. Böceklerden bahsederken ortakça bildiğimiz bir grup hayvanı kastederiz. Onları gözlemler, haklarında araştırmalar yapar ve belgeseller izleriz. Böcekler hakkında bu kadar ortak yönelimimiz varken bir öznenin özel bir böcek tanımı olması mümkün değildir. Yani, “böcekler benim böcek olarak algıladığım şeylerdir” demek en iyi ihtimalle saçmalamaktır. Çünkü bu canlılarla ilgili bir dil ancak ve ancak ortakça bilinen bilgilerle ve dilsel göndermelerle anlamlı olacaktır. Bu da sadece ve sadece, aynı şeyden bahsettiğimiz için, özel olmayan zihin durumları ile mümkündür. Aksi halde, analojide imkansızlığı gösterildiği gibi, benim böcek olarak algıladığım şeyin gerçekten bir varlığa işaret ettiğinin gösterilmesi gerekmektedir. O halde Wittgenstein’ın argümanından almamız gereken şey açıktır: Şeylerden bahsederken dili kullanan biz insanlar aynı şeyleri kastettiğimiz için zihin durumlarının kişiye özel olduğu iddiası çürümüştür.
Özel dil argümanının tartışıldığı çevrimiçi çevelerde argümanın doğru mu yanlış mı olduğunun değil, nasıl formüle edilmesi gerektiğinin konuşulduğunu görebilirsiniz. Özellikle bu argümanı çağdaş zihin felsfesi ile ele aldığımızda argümanın sonucuna incelikle dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Zira argümanın sonucunun “zihin durumları herkesin erişimine açıktır” olduğu varsayımıyla hareket ediyorsak eğer bunun yanlış olduğu açıktır. Çünkü bu bütün zihin durumlarını kastettiğimiz anlamına gelir ve, kanımca, Wittgenstein’ın argümanından çıkarsayabileceğimiz bir sonuç değildir. Bir düşünelim: ortak bir nesneye, yine böcek olsun, yönelen öznelerin zihin durumlarının sadece kendi erişimlerine açık olmadığını özel dil argümanı bize başarılı bir şekilde göstermiştir. Fakat bu böceklerle ilgili bütün zihin durumları için geçerli midir? Bunu söylemek güç, çünkü bu iddia ortak bir dil kullanarak ifade ettiğimiz fakat hala kendi erişimimiz olan zihin durumlarının olduğu ihtimalini dışlamaz. Örneğin, böceklerle ilgili bir belgesel izleyen Ali ve Veli’nin aynı şeyin belgeselini izledikleri açık olsa da, ortak bir dille ifade ettikleri böceğin rengi gibi fenomenlerin deneyiminin birbirlerinin erişimine açık olduğunu gösterebilecek bir şey yoktur. Felsefe tarihinin en klişe sorusunu sorma pahasına bile olsa bu örneği vermek zorundayım: aşağıda gördüğünüz mavi nane böceğini belgeselde tecrübe eden Ali ve Veli gördükleri renk için ortak bir kelime kullanırlar: mavi. Fakat bu açıkça aynı rengi tecrübe ettikleri anlamına gelmez. Yani, zihin durumlarının en azından bazılarının birbirlerinin erişimine açık olmadığı kanımca nettir. O halde ilan edebiliriz ki, özel dil argümanı başarılı şekilde bütün zihin durumlarının özel olmadığını gösterebilmişse de hala bazılarının özel olduğu ihtimalini dışlamamıştır.
Kaynaklar
[1] Wittgenstein, Ludwig (1953). Philosophical Investigations. New York, NY, USA: Wiley-Blackwell. Edited by G. E. M. Anscombe.
[2] Nagel, T. (1980). What is it like to be a bat? In The language and thought series (pp. 159-168). Harvard University Press.
[3] Nagasawa, Y. (2003). Thomas vs. Thomas: A new approach to Nagel’s bat argument. Inquiry, 46(3), 377-394.