Psikofizyolojik Paralelcilik Üzerine

Benim ve pek çoklarının daha önce ortaya koyduğu gibi, zihin-beden ikiciliğinin bugünkü itibarsızlığının sebebi; sözde, gayri-fiziksel bir töz olan zihin ile bedenin etkilşiminin pek çok fiziksel bulguyla çelişmesidir. Örneğin, bu bağlamdaki popüler bir tartışmaya göre, fiziksel olan bedenle etkileşim halinde olan zihin eğer gayri-fiziksel olsaydı enerjinin korunumu yasasını ihlal ederdi. Zira heyecan ve nabız, korku ve terleme, mutluluk ve göz bebeklerinin boyutu gibi zihin-beden etkileşiminin oldukça bariz olduğu örneklerde nedensel ilişkileri başlatan enerjinin nereden geldiği anlaşılabilir değildir. Bir düşünün, elinizin terlemesini sağlayan korku duygusu bunu nasıl sağlamıştır? Pek çok zihin felsefecisi için cevap oldukça barizdir: tabiki de amigdalanızdan başlayıp elinizdeki ter bezlerine bazı fizyolojik reaksiyonlar ile. Eğer bu durum zihin-beden ikicisinin savunduğu gibi gayri-fiziksel olan zihnin ürettiği korku duygusundan ter bezlerine bir “yolculuktan”  ibaret olsaydı, ter bezlerindeki fiziksel aktiviteyi başlatan enerjininin nereden geldiğini açıklayamazdık. Tabi ki her bilimsel fenomen gibi termodinamik yasaları da yanlışlanmaya açıktır. Fakat bu, kartezyen ikicinin yaptığı gibi, günümüzde yanlışlanmış gibi davranabileceğimiz anlamına gelmez.

Bu, buzdağının sadece görünen yüzüdür. Zihin-beden ikiciliğinin maddi nedensellikten momentumun korunumuna kadar başetmesi gereken bilimsel literatür bu görüşün çağ dışı olduğunu ortaya koyar (bu durum neredeyse Descartes’den beri böyle). Hal böyleyken, “zihinsel töz” kavramının tarihin tozlu sayfalarına karışmasını beklenebilse de, günümüzde epifenomalizm ve vesilecilik gibi formlarda karşımıza çıkmaya devam etmekte. Bu makalede bu görüşlerden kanımca en tuhafı olan psikofizyolojik paralelciliğe ve çağdaş zihin felsefesindeki konumuna değineceğim.  

Leibniz’in Monadolojisi

Leibniz’e göre evren, monad adını verdiği bölünemeyen, birbirleriyle etkileşmeyen, bireysel, sonsuz sayıda ve her biri özel tözlerden oluşuyordu [1]. Monadlar, her ne kadar birbiriyle aynı hiç bir monad olmasa da, hiyerarşik olmaları bağlamında kategorik olarak farklı niteliklere sahiplerdir. Örneğin Tanrı, madde ve zihin farklı monadlardan oluşur ve her bir monad Tanrının emriyle varlığını sürdürmeye devam eder veya yok olur. Bu anlatıdaki ikinci en büyük sorun (birincisi, bir masaldan daha ikna edici olmamasıdır) birbirleriyle etkileşime girmediği söylenen monadların kesintisiz gözlemlediğimiz nedenselliği nasıl açıkladığıdır. Leibniz’in buna cevabı: monadlar birbiriyle etikileşime giriyor gibi görünse de bunu sadece bir yanılsama olduğudur. Zira bütün monadların etkinlikleri tanrı tarafından belirlenmiştir ve bu bazen insan zihnine bir ardışıklık olarak yansır. Örneğin, sıcak kahve bardağına dokunduğunda eli yanan Ali, kahve bardağından eline transfer olan ısının termoreseptörleri tarafından işlendiğine ve bunun yanma deneyimine sebep olduğunu düşünse de monadolojiye göre burada olan şey maddi sinirbilimsel olaylar ile yanma deneyiminin paralel olarak gerçekleşmesidir; nedensellik bu resimde yer almaz.  

Alman idealizminin temllendirilmiş bir felsefe inşa etmek konusundaki alerjilerini Leibniz’in monadolojisinde görmek mümkün. Bu makalede Leibniz’i eleştirmeye niyetim yok fakat en azından şunu söyleyebilirim: Leibniz, evrenin monadlar yerine kozmik çam kozalaklarından oluştuğunu söyleseydi felsefesinde pek bir şey değişmezdi. Zira ne monadoloji ne kozalakolojinin felsefi, emprik ve hatta teolojik bir temeli bulunmaz. O halde kim, neden inansın?

Günümüze geldiğimizde ise Leibniz’in öğretisinin teolojik kısımlarının törpülendiğinin ve epifenomenalizm (zihin durumlarının fizyolojik durumların sonucunda oluşan epifenomenler olduğu görüşü. Daha ayrıntlı bir tartışma için “Epifenomenal Zihin Sadece bir İhtimal” başlıklı makalemi okuyabilirsiniz) gibi çağdaş literatür ile uyumlu hale getirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Psikofizyolojik paralelcilik isimli bu yeni görüşe göre zihin durumları ve beyin durumları aralarında nedensel bir etkileşim olmaksızın sadece paralel olarak gerçekleşirler. Örneğin, susuzluk deneyiminizi takip eden su içme aksiyonu ve serinleme hissini ele alalım. Bunların hepsi bedeninizin fizyolojik durumlarının sebep olduğu zihin durumları gibi görünür. hücre içi su miktarının azalması sonucu kanınızın yoğunlaşması beyne bildirilir, motor kortekse emir gönderilerek su bardağına uzanılır ve içilir, su ile temas eden ağızdaki sinirler beyne bunun sinyalini gönderir ve hipotalamus susuzluk sinyalini keser. Bütün bu resimde fizyolojik ve zihinsel durumlar arasındaki nedensel ilişki açıktır: kan yoğunlaşmasını algılayan beyin “susama” deneyimi yaratmış ve bunu takip eden psikofizyolojik süreçler bedene ihtiyacını sağlamıştır. Fakat paralelci için, zihin durumları sadece fiziksel durumlarla birlikte ortaya çıkan ve nedensel hiçbir etkileri bulunmayan; gayri-maddi bir tözden oluşan fenomenlerdir. Susamanız sonucu bardağı kavramaya çalıştığınzı düşündüyseniz yanıldınız. Zira bu zihin durumu sadece ama sadece kan yoğunluğunuzun artması ile neredeyse aynı zamanda ortaya çıkan bir fenomenden ibarettir. Bardağa uzanmanız ve takip eden fizyolojik süreçlere hiçbir etkisi, maddi dünyada ne nedensel ne başka türlü hiç bir karşılığı yoktur.  

Psikofizyolojik paralelciliğin doğuşunda Descartes’in payı büyük olsa da, bu görüşün aslında Leibniz’den miras alındığından bahsettim. Sanırım bu yüzdendir ki felsefi bir tutumdan ziyade sadece zayıf bir hipotez gibi görünüyor. Zira paralelcinin akıl yürütmesinde argümanlardan ziyade tuhaf ve açıklaması güç inançların sebep olduğu sorular saklıdır. Tam olarak evrende ne oluyor da zihin durumları ile fizyolojik durumlar paralellik gösteriyor? Eğer çare en başından eledikleri tanrıya dönmekse bu sadece işi içinden çıkılması daha güç hale sokar. Zira, psikofizyolojik paralelcilerin büyük kısmının hristiyan olduğunu düşünerek, bütün Kitab-ı Mukaddes’te; en azından hatırladığım kadarıyla, hiç bir yerde bu anlatıyı destekleyecek bir cümleye bile rastlayamayız. Fakat bu durum çağdaş paralelciliğin bile (gerçi böyle bir şeyin ciddi anlamda var olduğunu söylemek dahi zordur) pek de bırakamadığı teolojik motivasyonun önüne geçemez. Zira bütün büyük kutsal kitaplarda ruhun gayri-fiziksel doğası öncelenir ve kanımca açıktır ki paralelciliğin bugün hala var olmasının tek sebebi budur. Bu, epifenomenalizm ve vesilecilik için de geçerlidir. Çünkü hep birlikte bu görüşler günümüz bilimsel ve felsefi literatürlerinin dinin öncelediği ruh kavramını dışlamasına direnç gösterirler. Yani, eğer hristiyanlık (veya ruh kavramına benzer şekilde yaklaşan başka bir din) doğruysa paralelcilik veya epifenomenalizm veya vesilecilik doğrudur diyebiliriz. Çünkü zihin felsefesindeki geri kalan bütün görüşler dinler ile çelişir. Ama bunun ötesinde bu görüşlerin doğru olduğunu düşünmemiz için hiçbir gerekçe yoktur. Bunun da ötesinde, bu görüşlerin aynı anda doğru olamayacağının ve aralarında nasıl seçim yapacağımızın net olmadığı bilinmelidir. Örneğin, zihin durumlarının fizyolojik etkinliklerin sonucu ortaya çıkan epifenomenler olduklarını kabul ettiğimizde psikofizyolojik paralelciliğin yanlış olduğunu söylemek zorunda kalırız. Zira epifenomenalizmde beden, zihin durumlarına neden olurken psikofizyolojik paralelcilikte nedensellikten eser yoktur. Bu iki görüşün de ciddi temelleri sadece dini anlatıya dayandığı için bir dindarın hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu düşünmesi için elinde bir gerekçe yoktur. 

Ham Olgular

Buzdolabınızın üzerine yapıştıdığınız bir magneti düşünün. Bu neden olur? çünkü manyetik alan magnetin içindeki yüklerin belli bir şekilde davranmasını sağlar. Bu neden olur? çünkü proton ve elektronlar yük taşır ve manyetik alandan etkilenirler. Neden?, çünkü kuantum alanları protonların artı, elektronların eksi yük taşımasına sebep olur. Peki neden elektronlar eksi yük taşır? Bu, sadece böyledir. Evrenin yapısı gereği daha fazla açıklamaya ihityaç duyulmayan bir ham olgudur. Benzer şekilde, Russell’ın da ifade ettiği gibi, evrenin var olması veya matematiksel aksiyomlar da sadece ham olgulardır. Bu olguların böyle olmalarının sebebi daha temel bir düzeyde açıklanamaz [2]. Anlaşılacağı üzere, psikofizik paralelliğin bir ham olgu olduğunu savunmak bu görüşün çağdaş durağıdır. Nedensellikle barıştırılamayan ama gayri-fiziksel yapılarından da şüphe duyulmayan zihin durumları bedenle paralel şekilde ilermelemek zorundadır. Neden? çünkü evren bu şekilde işler, denir.

Böyle bir cevabın kime tatmin edici göründüğü ya da en başında neden böyle bir görünüşe sebep olacağının düşünüldüğünü kavramak zor. Sanırım buradaki temel motivasyon, zihin felsefesindeki fizikalist görüşlerin tamamının yanlış olduğunu düşünüp töz düalizmini terk etmeyen; fakat dini bir inancı da bulunmayan çağdaş felsefecilerin (örn. Michael Huemer) zihin-beden etkileşimi konusunda ellerinde bir şey kalmamasından dolayı son çareyi “işte! çünkü evren böyle işler, it is what it is” demelerinden gelmekte. 

Bu görüşü reddetmek için ham olguların bilimle ilişkisini incelemek yeterli. Örneğin, elektronların negatif yükleri, 2 + 2 toplamının sonucununun 4 olması, ve varlığın kendisi daha temel olgularla açıklanamadıkları için ham olgu olarak kabul edilirler. Fakat zihin durumlarının açıklanmasında temel olarak fizyolojik olguların yer almadığını söylemek aynı ölçüde kolay değildir. Astronomik sayıda fiziksel uyaranın yine astronomik sayıda zihin durumuna neden olmasının temelinde insanın dünyaya daha iyi uyum sağlayıp, onu daha iyi işlemleyip hayatta kalma şansının artmasından gelen bir evrimsel avantaj yok mudur? Örneğin, şunu sorabiliriz: primat görsel sisteminin yılanları hızlıca tespit etmeye adapte olması [3, 4, 5] ve onlara karşı korku tepkisi geliştirmesinin sebebi seçilim baskısı değil midir? Yılanları hızlıca tespit etme zihinsel durumunu sağlayan şey görsel sistemimizin buna adapte olmuş olması değilse bu iki olgu şans eseri olarak mı birbirleriyle bağlantılı gibi görünmekte? Benzer şekilde, örümceklere fobisi olan kişilerin korkuları ile amigdalalarının uyarım eşiğinin düşmesi [6, aşağıdaki figüre bakınız] arasındaki bağlantı nasıl net değil midir? Öyle görünüyor ki, bütün bu zihinsel durumların sebeplerinin fizyolojik ve evrimsel literatürle daha temelde açıklanabileceği gün gibi açıktır. O halde, psikofizyolojik paralelciliği sadece felsefe tarihi bağlamında incelemek ve çağdaş zihin felsefesi için yok saymak uygun olacaktır. 

Kaynaklar

[1] Leibniz, G. W. (1714). La Monadologie

[2] Fahrbach, L. (2005). Understanding brute facts. Synthese, 145, 449-466.

[3] Isabell, L. A. (2006). Snakes as agents of evolutionary change in primate brains. Journal of Human Evolution, 51(1), 1–35. https://doi.org/10.1016/j.jhevol.2006.02.001

[4] Isabell, L. A. (2009). The fruit, the tree, and the serpent: Why we see so well. Harvard University Press.

[5] Kawai, N., & He, H. (2016). Breaking snake camouflage: Humans detect snakes more accurately than other animals under less discernible visual conditions. PLOS One, 11(10), e0164342. https://doi.org/10.1371/journal.pone.0164342

[6] Lipka, J., Miltner, W. H., & Straube, T. (2011). Vigilance for threat interacts with amygdala responses to subliminal threat cues in specific phobia. Biological psychiatry, 70(5), 472-478.