Sanırım en kısa makalem olacak bu yazımda zihin felsefesinin tartışıldığı çevrimiçi platformlarda sıkça karşılaştığım bir safsataya değinmek istiyorum. Bu, John Heil’in [1] ifadesiyle şöyle aktarılabilir: “…maddi nesneler uzaysaldır; uzayda bir bölgede bulunurlar ve başka nesneleri bu bölgeye dahil etmezler; belirli bir şekilleri ve uzaysal boyutları mevcuttur. Görünen o ki zihinsel nesneler -düşünceler ve duyumsamalar- uzaysal-olmayan kategorisindedir. Bir Whopper istemenin boyutu ve şekli olabilir mi? Texas’a dair bir santimetre uzunluğunda bir düşünceniz olabilir mi? Bu tür soruların hiçbir anlamı olmadığı aşikardır.”(s.49)…
Kategori: <span>Fizikalizm</span>
İnançlar ve arzular gibi önermesel tutumların, kelimenin tam anlamıyla, olmadıklarını; bunların sadece spesifik fizyolojik durumların hatalı ve yerinden edilmesi gereken ifadeleri olduğunu savunan eliminatif materyalizm zihin felsefesindeki itibarını biraz da olsa kaybetmiş gibi görünüyor. Bunun sebeplerinden en önemlisi bu oldukça radikal tutumun kendi kendini çürüttüğünün düşünülmesidir. Zira, John Heil’in de ortaya koyduğu üzere, argümanlaın doğruluğundan emin olmak tutarlı öncüllerin doğruluğuna inanmak demektir. Bu bağlamda inançları resimden çıkaran eliminatif materyalizmin kendisi de bazı inançları gerektirdiği için, deyim yerindeyse, geri tepmiştir. Fakat…
Son 200 yıldır insanı bir özne olarak değil, bir kuramlar sisteminin çıktısı olarak değerlendiriyoruz. Foucault ile birlikte hız kazanan bu süreç günümüz fizikalist felsefesinde entelektüel olarak en güçlü zeminine ulaştı. Tabii ki özgürlük kavramı da bu düşünce geleneğinden bir hayli nasibini aldı. Zira determinizm ve materyalist tek tözlü evren algısal süreçlerimizin tek sağlayıcıları ise seçim yapan bir özneye yer kalmaz. Açıkçası bu durumun zorunlu olarak pesimizmle sonuçlanacağını düşünmenin oldukça subjektif olduğunu düşünüyorum. Çünkü deterministik bir evren kişi için bir felaket…