Eliminatif Materyalizmin “Geri Tepişi” Üzerine

İnançlar ve arzular gibi önermesel tutumların, kelimenin tam anlamıyla, olmadıklarını; bunların sadece spesifik fizyolojik durumların hatalı ve yerinden edilmesi gereken ifadeleri olduğunu savunan eliminatif materyalizm zihin felsefesindeki itibarını biraz da olsa kaybetmiş gibi görünüyor. Bunun sebeplerinden en önemlisi bu oldukça radikal tutumun kendi kendini çürüttüğünün düşünülmesidir. Zira, John Heil’in de ortaya koyduğu üzere, argümanlaın doğruluğundan emin olmak tutarlı öncüllerin doğruluğuna inanmak demektir. Bu bağlamda inançları resimden çıkaran eliminatif materyalizmin kendisi de bazı inançları gerektirdiği için, deyim yerindeyse, geri tepmiştir. Fakat ben dahil bazıları için bu malumun ilanının eliminatif materyalizmin kavramsal zeminini yeterince incelikle değerlendiremediği kabul görmekte ve bu makalenin konusunu oluşturmakta. Bunun için önce eliminatif materyalizmi açıkladığım başka bir makalemden bir kesit bırakarak başlayacağım, konu hakkında daha ayrıntılı bir tartışma için “Zihin Durumları ve Önermesel Tutumlar Üzerine” başlıklı makalemi okuyabilirsiniz. 

Eliminatif Materyalizm

Evren ile ilişki içinde olan zihin, ne evrenin ne de bu ilişkinin tüm dinamiklerinin bilgisine sahip olamaz. Bu bağlamda, çevre ile etkileşime geçen gelişmiş bir primat türü olan homo sapiens, bazı şeyler hakkında incelikli bir akıl yürütme sürecine başvurmadan sağduyusuna güvenmek zorundadır. Yiyeceği elmanın tatlı olacağını, yeterince yüksekten düşen bir nesnenin formunun bozulacağını, keskin bir nesneye basınçla temas ederse canının yanacağını, ateş yakarsa ısınacağını varsayar. Anlaşılacağı üzere bu varsayımların sebebi bilimsel metodoloji yerine alışkanlıklar, dürtüler ve gözlemlerdir. Bu bağlamda bazı yanlış fikirlerin doğması kaçınılmazdır. Örneğin, tatlı olma durumunun elmanın içsel bir niteliği olduğunu varsaymak, sadece dilimizdeki papillalara temas eden fruktoz molekülünü spesifik bir şekilde işleyen nöral dinamikler hakkında bilgi eksikliğimizin olduğu bir durumda anlaşılabilirdir. Aynı şekilde, vücudumuzun %60’ının sudan oluştuğunu ve ısının moleküllerin ortalama titreşim hareketlerinden ibaret olduğunu da sağ duyumuz kavrayamaz. Bu bağlamda, Churchlandler kendimizin ve başkalarının davranışlarını inanç, hisler ve dürtüler vb. gibi zihin durumları ile ilişkilendirmenin tamamen sağ duyuya dayalı olduğunu ve beyin durumlarını ifade etmenin yanlış ve köhne bir biçimi olduğunu ifade eder. Öznelerin metnal durumları ile ilgili bu ilkel akıl yürütme biçimi Halk psikolojisi olarak adlandırılır. Patricia Churchland’ın ifadesiyle [1]:

“Halk psikolojisinden kasıt, hepimizim insan davranışını açıklayan ve öngörüde bulunurken standart olarak kullandığımız kaba saba kavram, genelleme ve parmak hesapla rından oluşan dizileridir. Halk psikolojisi sağduyu psikolojisidir; davranışı inançlann, isteklerin, algılann, beklentilerin, hedeflerin duyumlann ve birçok şeyin sonucu olarak açıkladığımız psikoloji bilimine karşılık gelir.” [S.331-332]

Eliminatif materyelizme göre halk psikolojisi yeterince incelikli bir sinirbilimi ile elenecek, bütün zihin durumları gelecekte beyin durumları ile kusursuzca tanımlanabielcektir. Bu kavraması güç ve oldukça radikal görüşü anlamak için günlük hayattan bazı örnekler vermek yararlı olacaktır. Buzdolabına doğru ilerlediğinizi ve içinden soğuk bir şişe suyu alıp içtiğinizi hayal edin. Bu eylem için “buzdolabının içinde bir şişe soğuk su var’’ inancına sahip olmanız gerçekten gerekli midir? Eyleminizden önce bu inancı bir zihin durumu olarak tecrübe etmiş olmasanız da buzdolabına gidip su alabilecek olmanız aşikardır. Zira, beyninizin spesifik bir sinirsel durumda olup, kaslarınıza öğrenilmiş olan buzdolabının konumuna doğru sizi hareket ettirecek şekilde komut vermesi, buzdolabına vardığınızda evrimsel olarak kodlanmış olan içme refleksini gerçekleştirmek için faringeal kaslarınızın belli bir örüntüde kasılımlarda bulunması eylemninizin tek açıklayıcısı olabilir. Belki de davranışınızdan sonra buzdolabınızdan bir şişe soğuk su içmek istediğinizi ifade edebilirsiniz. Fakat bu, eyleminizden sonra oluşan, beyninizin iskelet, kas ve sinir sisteminizi belli bir düzende hareket ettirmesine atadığınız bir zihin durumudur ve eylemin kendisi için gerekli değildir. Eğer eyleminizden önce inancınızla ilgili bir önermede bulunsanız bile bu yine A durumundaki beyni ifade edişin hatalı bir türüdür, aynı tatlılık deneyimini elmanın içsel bir niteliği olarak ifade etmenin hatalı olması gibi. 

İnançların Ontolojisi

Churchlandlere göre [2] halk psikolojisinin tamamen eleneceği inançların sadece gelişmiş bir dilsel becersi olan canlılarla sınırlı olmasından anlaşılabilir. Zira bir inanca sahip olmak, klasik anlayışa göre, bir önermesel tutumda (propositional attitude) olmaktır. Bu tutumlar A önermesine inanan X öznesi için şöyle özetlenebilir: ”X öyle bir zihin durumundadır ki A önermesine inanır”. Yani, “Selin, çantasından kalemini çıkardı’’ dediğimizde Selinin çantasında kalem olduğuna inanması, “çantamda kalem var” önermesine sahip olması gerekir. Dahası ‘çanta’ ve ‘kalem’ gibi dilsel kavramları bilşsel olarak temsil etmek zorundadır. Zira önermesel tutumlar tamamen dilseldir ve herhangi bir inanışa sahip olan öznenin gerekli dilsel kavramları işleyebilecek bir dinamiği barındırması gerkir. 

Buradan yola çıkan Paul Churchland, eliminatif materyalizmin bel kemiği kabul edilen Eliminative Materialism and the Propositional Attitudes adlı makalesinde önermesel tutumların, dolayısıyla inançların ve daha radikal olarak zihin durumlarının organizmanın davranışı ile nedensel bir ilişki içinde olmadığını, zira dilsel fenomenleri temsil edemeyip yine de inanca sahipmiş gibi görünen organizmalar olduğunu savunur. Örneğin, avcılara karşı sürüsünü kollayan bir mirketi hayal edin. Sürüsü avcıların ulaşabileceği bir konumda olan bir mirket, sürüsüne doğru yaklaşan bir yırtıcı gördüğünde ‘çığlık’ atacak ve sürüsünü korumuş olacaktır. Bunu yaparken ‘bir yırtıcının geldiğine inanıyorum’ gibi bir önermesel tutuma sahip olması için ‘yırtıcı’ ve ‘sürü’ gibi dilsel kavramlara ve bunları sözdizimsel olarak birleştirebilecek bir bilişsel yapıya sahip olmalıdır. Mirketler böyle yetilere sahip olmadığına göre herhangi bir inanca sahip olmadıkları, örüntü tanıma (pattern recognition) yetilerine göre hareket ettikleri açıktır. 

Benzer bir durumu türümüzün de içinde bulunduğu takım olan primatlarla ilişkilendirebiliriz. Primatların muhtemelen ilk avcıları olan yılanların, primat görsel algı sisteminde evrimsel değişikliklere yol açtığı söylenilebilir [3]. Bu bağlamda, bütün primatlarda yılanlarla ilgili görsel uyaranları hızlıca farkedip korku tepkisi verme durumu yılan algılama teorisi (snake detection theory) olarak adlandırılır. Yani hem bir bonobonun hem bir insanın görsel sistemi, bir çalılığın içinde yaklaşık 1.5 metre uzunluğunda ve 10 santimetre genişliğinde; parlak, desenli ve pulumsu bir dış yüzeye sahip bir uyaranı işlediğinde “burada bir yılan var’’ önermesel tutumuna sahip olmadan tepki verebilir. Zira bonobolar zaten önermsel tutumlara sahip olamazlar ve insanlar içinse bu refleks doğuştan geldiği için “yılan’’ kelimesi gibi dilsel fenomenlerden bağımsız var olmuş olmalıdır. 

Yani, halk psikolojisinin köhne kuramları olmadan da davranışlarımızı açıklayabiliriz. Çünkü inançlar, arzular vb. zihin durumlarının var oldukları sağ duyuya her ne kadar şüphesiz görünse de; flojiston, içsel nitelikler, doğal felaketler gönderen tanrılar gibi elenmeye mahkumlardır. Zira davranışa sebep olan zihin durumları önermesel tutumlar oldukları için sözdizimsel bir yapıyı işlemleyecek bir yapıya muhtaçlardır, fakat verilen örneklerde de görüldüğü üzere bu yapı olmadan da davranış gerçekleşebilir. Yani zihin durumları halk psikolojisinin beyin durumlarını çağ dışı ve yanlış şekilde tanımlamasının sonucudur ve yeterince incelikli bir sinirbilimi ile elenebilir.

Eliminatif materyalizmin oldukça radikal duruşunu benimsemek bir hayli zordur. Zira sadece basit bir inceleme bile bu görüşün varsayımlarının ne kadar tuhaf ve sağduyu ile uyumşmaz olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin, inançlar ve arzuların neden dilsel olmak zorunda olduğunu anlamak güçtür. Zira, örneğin, annesinden süt emmek isteyen bir bebeğin dilsel bir akıl yürütme yetisi olmadığı için bunu arzulamadığı; sevildiği ve beslendiği bir yerden ayrılmayan bir hayvanın bu durumun devam edeceğine, dilsel olarak ifade edemediği için, inanmadığı pek de inandırıcı gelmiyor. Belki de örnekler genişletilebilir ve inanca gerek olmayan, sadece uyaran-davranış ilişkisinden ibaret durumlar doğada bulunabilir (örneğin X virüsü ile karşılaşan bağışıklık sistemi hücrelerinini anti-X antikoru üretmesi “şu an vücutta HIV var” inancına sahip olmaları gerekmez). Fakat bu durum yüksek düzeyde bilişsel yetilere sahip canlılar için eliminatif materyalizmi daha doğru kılmaz. Bu konudan etraflıca bahsettiğim için burada daha fazla anlatmayacağım, önceki makalemi okuyabilirsiniz. 

Bu makalede ise asıl değineceğim nokta eliminatif materyalizmle karşılaşıldığında akla gelen ilk soruyla ilgilidir: peki bu görüş kendi kendini çürütmüyor mu? Zira inançlar ve arzuların doğru olduğuna inanmak bir inancı önceler [etraflıca bir tartışma için bkz. 4]. Ancak inançları ortadan kaldıran eliminatif materyalist bu bağlamda kendisi için içinden çıkılamaz bir durum yaratmıştır (epistemik nihilizmin doğru olduğu bilgisinin geri tepmesiyle epey benzerdir bu durum). 

Öncelikle burada eliminatif materyalizmin kendisinin doğru olduğunu gösterememesi ve gerçekten doğru olmaması arasındaki farka dikkat çekmek gerek. İnançların olmadığına inanmamızın çelişkili olması sadece bu konu hakkında söyleyecek anlamlı hiç bir şeyimizin olmadığı anlamına gelir, fakat onu reddetmek için argümantatif hiç bir gerekçe sunmaz. Benzer şekilde, dünyanın merkezinden 10 ışık yılı uzaklığında bilinçli bir canlı türününün olduğu iddiasını araştırmak için anlamlı hiç bir gösteremeyecek olmamız gerçekten böyle bir medeniyet olmadığı anlamına gelmez, sadece sağ duyumuzla, eliminatif materyalizm gibi, bağdaşmayan ve tuhaf ama doğru olma ihtimali yine de olan bir iddia ile uğraşmış oluruz. 

Fakat dikkat çekmek istediğim asıl nokta farklı: Öyle görünüyor ki; eliminatif materyalizmin kendini çürüttüğü iddiasını savunan felsefeciler, zaten en başından dışlanan inançların varlığını yeniden sahaya sürmeye çalışıyorlar. Bu, tanrının doğa üstü niteliklere sahip olduğunu savunan bir teiste maddi nedensellik argümanını sunmaya benzer. Zaten tanrının doğal durumlarla sınırlı olmadığını savunan bir dindar ne sebeple nedenselliğin sadece materyalist anlamda gerçekleşebileceğine inansın? Bunun da ötesinde, tanrı termodinamik yasalarını ve klasik mekaniği de ihlal edebilir, zira o doğa üstüdür. 

Benzer bağlamda bir elemeciye inançlar ile cevap vermekte aynı kapıya çıkar. Zaten en başında inanç gibi görünen bir fizyolojik durumun (D diyelim) olduğundan bahsedilmiştir. D’nin, dilsel olmamasına karşın inançlar ile aynı işlevi sağlayan bir beyin durumu olması gayet mümkündür. Örneğin, her gün kullandığınız bilgisayarınızın masaüstünde bir sabah tanımadığınız bir dosya gördüğünüzü hayal edin. Bu durumda “masaüstümde bir değişiklik olmuş” inancı ile masaüstünüzün en son hali ile yeni gördüğünüz hali arasındaki görsel farkı saptayan ve sizi bunu araştırmaya yönlendiren bir beyin durumu arasında işlevsel olarak bir fark yoktur ve bu eleyici materyalizm ile tamamen uyumlu bir tablodur. Hatta öyle denilebililir ki: davranışlarının fizyolojik nedenlerini anlamlandırmaya ihtiyaç duymayan, yani insan dışındaki bütün canlılar için muhtemelen sadece D’ler vardır. 

Kaynaklar

[1] Churchland, P. S. (2019) Nörofelsefe, “çev.” Özge Yılmaz. İstanbul: Alfa Yayınları 

[2]Churchland, P. M. (1981). Eliminative materialism and the propositional attitudes. The Journal of Philosophy, 78(2), 67-90.

[3] Van Strien, J. W., Franken, I. H., & Huijding, J. (2014). Testing the snake-detection hypothesis: larger early posterior negativity in humans to pictures of snakes than to pictures of other reptiles, spiders and slugs. Frontiers in human neuroscience, 8, 691.
[4] Slagle, J. (2020). Yes, eliminative materialism is self‐defeating. Philosophical Investigations, 43(3), 199-213.