Kimilerine göre fenomenal bilincin indirgenemezliğini sarsılmaz bir şekilde göstermeyi başaran, kimilerine göre ise zihin felsefesine yeni bir kafa karışıklığı dışında hiç bir şey kazandırmayan, 1974 tarihli ”What its like to be a bat” makalesi [1], yayımlandığı günden bu yana gündemdeki yerini şöyle veya böyle korumakta. Bu makalede Nagel, fizikalizmin epistemolojik sınırlarını göstermek için olgu türleri arasında bir ayrım yapar. Ona göre, bilimin nesnesi olan ve tüm özneler tarafından aynı şekilde algılanabilen olgular “objektif” olgulardır. Bu tür olgular, herkesin bilgi sahibi olabileceği ve araştırabileceği niteliktedir. Zira bilimin temeli, bu türden olguların incelenmesine dayanır. ”Öznel” olgularsa bilinebilirlikleri açısından bir kişi ile sınırlıdır. Belki haklarında isabetli tahminler yapılabilir, hatta Dennett’in heterofenomolojisi [2] gibi spesifik metotlar ile araştırılabilirler. Fakat bu olgular öznenin fenomelojik dünyasını, bilinçli deneyimini içerdiği için herkesin erişimine açık değildirler. Örneğin, siz bir elmayı yerken beyin durumlarınızı gözlemleyen bir sinirbilimci ne kadar gelişmiş bir metoda sahip olursa olsun, sizin gibi elma yemenin nasıl bir deneyim olduğunu tam olarak bilemez. Zira elma yeme deneyimiyle ilişkili nöral bağıntılar (neural correlate) üçüncü kişi bakış açısına açıkken, elmayı yiyen sizin tam olarak ne deneyimlediğiniz sadece sizin tarafınızdan erişilebilirdir.
Bu epistemolojik ayrımdan sonra Nagel, sadece birinci şahısların erişebilieceği, bir X öznesi olmakla ilgili olguların olduğunu ve bunların bilimin nesnesi olamayacağını savunur. Bu bağlamda, fizikalizmin sınırlarını göstermek için oldukça ünlü olacak bir düşünce deneyine soyunur. Burada akıllıca bir seçim yaparak önermesindeki X öznesini bir yarasa olarak kurgular. Zira yarasalar memeli hayvanlar olduklarından onların bilinçli bir deneyime sahip olduklarını kavramak daha kolaydır ve ekolokasyon gibi biz insanlar için hayal etmesi oldukça tuhaf bir algılama biçimine sahiplerdir. Dennettin de bahsettiği gibi [3], eğer Nagel kedi gibi bir hayvanı tercih etmiş olsaydı bir kedi gibi olmanın neye benzeyeceğini bildiğini iddia edebilecek pek çok insan olabilirdi. Eğer örümcekleri seçseydi, bir örümcek gibi olmak ile ilgili olguların olduğu desteklenemezdi.
O halde ister bir sinirbilimci, psikolog, zihin felsefecesi veya chiropterologist (yarasabilimci) olalım, bir yarasa bilinci ile ilgili sadece bilimin nesnesi olabilecek, 3. şahıslara açık bilgilere erişebiliriz. Bir yarasanın (veya bir yunusun yada çıngıraklı yılanın) çıkardığı sesin ona geri dönüş süresini kullanarak avı ile arasındaki mesafeyi algıladığını öğrenebilir, belki bunun nasıl bir deneyim oldugu hakkında tahminler yürütebiliriz. Fakat ekolokasyonu bir yarasa gibi deneyimlemenin nasıl bir bilinç durumu olduğunu asla bilemeyiz. Zira bir yarasa, yarasa bilinci hakkında sofistike araştırmalar yapan gelişmiş bir primat türünün bilinç durumuyla dünyayı deneyimlemez. O, sadece bir yarasa olarak görür, duyar, hisseder; tecrübe eder. Fakat bu durum, Nagel’ın da belirttiği gibi, fizikalizmi çürütmek için yeterli değildir. Durum o ki: bu argüman sadece fizikalizmin epistemolojik sınırlardan dolayı hiç bir zaman açıklayamayacağı olguların olduğunu gösterir. Zira fizikalizm gibi indirgemeci görüşlerin iddialarının nesneleri olamayacak birinci şahış deneyimleri varsaymak için mantıksal bir sebepleri olamaz.
Son cümleyi daha incelikle düşünelim. Bir yarasanın sadece davranışlarını gözlemleyebilen bir bilim insanı, yarasaların bilinçli deneyimlerinin temelinde tamamen fiziksel olguların olduğu fizikalist iddiasında bulunduğunda neden bilinçli bir deneyimi varsaymak zorunda olsun? Zira bilim insanının yarasalardan aldığı çıktı tamamen davranışsal durumlarla açıklanabilir ve bir zihni varsaymak için mantıksal hiç bir sebebimiz yoktur. Yani fizikalizm, X öznesi gibi olmak ile ilgili olguları, deyim yerindeyse, ıskalar. Nagel’ın da belirttiği üzere
”Buna deneyimin öznel karakteri diyebiliriz. Bu, zihinle ilgili son zamanlarda geliştirilen alışılmış indirgemeci analizlerce açıklanamaz, çünkü bu analizlerin hepsi mantıksal olarak onun yokluğuyla uyumludur”

Nagel’in argümanının üzerinden yarım asır geçti. Bu süre ve argümanın popülerliği göz önüne alındığında Nagel’ı çürütme girişimleri ile ilgili literatürün yüzlerce sayfaya vardığını söylemek mümkün. Bu girişimlerin önemli bir kısmı Nagel’in mantığı kullanma biçiminin yanlışlığına vurgu yapar. Bu bağlamdaki önemli bir çürütme girişimi Oklahoma Üniversitesinde felsefe profesörü olan Yujin Nagasawa tarafından gerçekleştirilmiştir. Makalesinde Nagasawa [4], Nagel’ın argümanını sözde görevler (pseudo-task) ile sağladığını belirtir. Bu fenomen ülkemizde nispeten popülerdir ve her birimizin şöyle veya böyle duyduğu ”her şeyi yapabilen bir tanrı köşesiz bir üçgen çizebilir mi?” gibi soruların konu olduğu tartışmalarda dillendirilmiştir. Tarihini ortaçağa kadar izleyebileceğimiz bu sözde görevler, günümüzün din felsefesi camiasındaki pekçoklarına göre Tanrının bir eskliğini gösterdiği gösteremez. Zira Tanrının her ”şeyi” yapabildiği ama köşeli üçgenin bir ”şey” olmadığı savunmak mantıksal olarak tutarlıdır, denir. Bu bağlamda bir sahte görev, gerçekleştirilemediği takdirde herhangi bir eksikliği gösteremez. Nagasawa, bu durumun tarihini Aquinalı Thomas’a kadar izleyebileceğimizi söylüyor ve bize Revize Tomistik İlke (Revised Thomistic Principle) ismi ile aktarıyor:
‘’Herhangi bir fail x için, x’in bir sahte görevi yerine getirme gücüne sahip olmaması, x’in güçsüz olduğu anlamına gelmez.‘’

Bu durumun Nagel’ın argümanı bağlamında ele alınışı oldukça ilginçtir ve pek çok kez tartışılmıştır (daha ayrıntılı bir inceleme için bkz: [5] ). Zira makaleye göre Nagel, bir insan olarak bir yarasa olmanın neye benzediğini deneyimleme hususunda sahte bir görev yaratır. Bu durumu daha iyi aktarmak için Nagasawa, Nagel’in argümanını şu formda yeniden inşa ediyor:
P1: Eğer fizikalizm doğruysa, yarasalar hakkında her şeyi fiziksel olarak bilen Nagel, yarasalar hakkında her şeyi bilir.
P2: Eğer Nagel yarasalar hakkında her şeyi biliyorsa, o zaman bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu da bilir.
P3: Nagel, bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu bilemez.
Bu nedenle,
P4: Nagel yarasalar hakkında her şeyi bilemez.
Bu nedenle,
C: Fizikalizm yanlıştır.
Birinci öncüle dikkat edin. Bir yarasa olmanın temelinde sadece fiziksel olgular varsa, yarasalar hakkında fiziksel olan her şeyi bilen Nagel’ın bunu bildiğini iletir. Fakat Nagel’e göre, bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu deneyimlemek, sadece bir yarasanın zihin durumu olabilir. Bir insan olarak yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmek ile bir yarasa için yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmek, zira, farklı zihin durumlarıdır. Bu bağlamda, Nagel bir insan olan bizlere bir yarasa için bir yarasa olmanın neye benzeyeceğini deneyimlememiz konusunda, en başından imkansız olduğuna değindiği, bir sözde görev yaratır. Zira bir insan olma durumunu kısa süreliğine rafa kaldırıp bir yarasa olmanın nasıl bir şey olacağını deneyimleyemeyiz. Farz edelim ki Nagel bu konuda başarılı oldu ve kendini bir yarasaya dönüştürdü. O halde ikinci öncül bütün anlamını yitirir, zira Nagel bir insandır.
Burada Nagasawanın cevabının Nagel’ın iddiasına karşı ne kadar cevap niteliği taşıdığı net değildir. Çünkü, yukarıda belirtildiği üzere, Nagasawa Nagel’ın makalesinden çıkarsadığı bir argümanı cevaplar. Belki de bu gereklidir, çünkü makalenin orijinalinde Nagel’ın fizikalizme karşı sunduğu argümanını pek de net verdiğini söyleyemeyiz [4,5]. Bu bağlamda burada iğneyi Nagasawaya pek de batırmamak gerektiğini düşünebiliriz. Fakat makalesinde Nagel açıkça ‘’ fizikalizmin yanlış olduğu kanısına varmak yanlış olur’’ (s. 446) diyor. Fakat Nagasawanın anlayışında, kendi inşa ettiği argümanını sonuçlandırdığı üzere, fizikalizmin yanlıştır. Aslında makalesinin 8. notunda bu konu sığca ele alnıyor. Burada Nagasawa, Nagel’ın makalesinde 442. sayfada kendisinin epistemolojik bir iddiada bulunmadığını belirttiğine dikkat çekiyor. Fakat buradan hareketle Nagel’ın fizikalizmin yanlış olduğunu belirttiğini düşünmek hem yanlış (yukarıda alıntıladığım 446. Sayfaya göre) hem de eksik bir okumadır. Zira 442. sayfayı daha incelikli ele aldığımızda tablo daha da netleşir:
”Ancak benim söylemeye çalıştığım şey, bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmenin imkânsız olduğu değildir. Ben epistemolojik bir problem öne sürmüyorum. Söylemek istediğim şey, bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğuna dair bir kavram geliştirmek için (ve bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmek için) yarasanın bakış açısını benimsemek gerektiğidir. Eğer bu bakış açısını kabaca ya da kısmen benimseyebilirseniz, kavramsal anlayışınız da kaba ya da kısmi olacaktır. Şu anki anlayış seviyemize göre durum böyle görünüyor.”
Bütün bunlardan hareketle Nagel’ın, ontolojik bir iddiada bulunmadığını, evrende temelinde fiziksel olgular olmayan şeylerin de olduğunu söylemek saman adamı safsatası değilse de hedefi ıskalayan bir eleştiridir. Zira Nagel’ın açıkça fizikalizmin yanlış olduğu sonucuna varmanın hatalı olduğunu belirtmesini bir kenara bıraksak bile, makalenin kendisinde bu sonuca ulaşmamızı sağlayacak hiçbir şey bulunmamaktadır.
Bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamak için cidden bir yarasa olmak gerçekten gerekli midir? Nagel’ın ortaya teorik olarak önemli hiç bir şey koymadığını belirten Daniel Dennett’e göre bu kadar ileri gitmeye hiç de gerek yoktur. Zira 3. şahıs bilgileri bize bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğuyla ilgili oldukça aydınlatıcı bilgiler sağlar. Bunu kavramak için şu soruyu soralım: bir yarasa kendisine doğru avlanma niyetiyle yaklaşan bir kartalı başka bir yarasadan ayırt edebilir mi? Yani, yarasalar canlıları türlerine göre ayırt edebilecek kadar gelişmiş bir ekolokasyon sistemine sahipler midir? Dennett’e göre bu soruyu bazı deneyler yaparak cevaplandırabilir ve bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğu ile ilgili kavrayışımızı arttırabiliriz. Bu bağlamda, yarasaların fenomenolojisi ile ilgili araştırmamızda bilimsel bulgulara olabildiğince açık olmalı, Nagel’ın erişilemez 1. şahıs bilgisi anlayışını terk etmeliyiz.
Burada başka bir problem belirir. Sadece davranışlarını ve fizyolojik durumlarını gözlemlediğimiz yarasaların gerçekten bir bilince sahip olduğunu nasıl bilebiliriz? Aslında bu problem, özne dışındaki herkese uyarlanabilir ve “başka zihinler problemi” olarak bilinir (bu konu hakkında sitemde daha önce yayınladığım bir makaleyi okuyabilirsiniz). Dennett, burada polislerin hız radarları ile yarasaların ekolokasyon sistemleri arasında bir karşılaştırma yaparak akıl yürütmedeki bir hatayı engellemeye çalışır. Hız tespiti yapan bir radarın gösterdiği hız ibaresinin bir özne tarafından deneyimlenmesi gerektiğini varsaydığımızda, yarasanın ekolokasyon çıktısının da benzer şekilde bilinçli bir özneye sunulduğunu düşünebiliriz. Ancak hız radarlarının, belirli bir hızın üzerindeki araçları tespit edip otomatik olarak ceza kesen bilinçsiz makinelerle kolayca değiştirilebileceğini fark etmeliyiz. Bu bağlamda, yarasaların ekolokasyonunun sonuçlarının bilinçli bir iç gözlemciye sunulduğunu varsaymamız için de bir neden yoktur.
Üstesinden geldiğimiz bu akıl yürütme, Descartes’in kötü mirasından, yani Kartezyen materyalizmden kaynaklanır. Bilincimizin bir akış halinde iç gözlemciye sunulduğu fikri yanlıştır [ Dennett’in bu konudaki fikirlerini kavramak için “Çoklu Taslaklar Modeli ve Beyindeki Şöhret” başlıklı makalemi okumanızı öneriyorum]. Bunun yerine, beynin hakikat hakkında sürekli çoklu taslaklar oluşturduğunu ve bu taslakların nöral ağdaki etkilerinin büyüklüğüne göre algımızda yer ettiğini savunan “Çoklu Taslaklar Modeli”ni önerir Dennett. Böylece, kendi bilinç araştırmalarımızda kullandığımız yöntemlerin aynısını yarasalar üzerinde de kullanabiliriz.
Kanımca Dennett’in akıl yürütmesindeki sıkıntı burada başlar. Öncelikle, bir yarasa bilincini anlamak için yürüttüğümüz onca deneyin bulgularını kullansak bile bunlar gelişmiş bir primatın, kendisinden son derece farklı bir fizyolojik yapıya sahip olan bir canlının zihin durumu hakkında yürüttüğü tahminlerden ibaret olacaktır. Bu, bir yarasanın zihin durumunda hiç bir zaman bulunmayan bir şeydir. Bunu daha iyi anlamak için Nagel’in problemine Dennett’in metodolojisiyle yaklaşan, Can isimli bir bilim insanı kurgulayalım. Can, özellikle büyük nalburunlu yarasaların fenomelojik dünyasıyla ilgileniyor ve araştırmaları gösteriyor ki büyük nalburunlu yarasaların SWS1 genleri işlevini kaybetmiş. Yani mavi rengini göremiyorlar. Bu durumda Can önce, gökyüzünü menekşeymiş (büyük nalburunlu yarasaların mavi yerine bu rengi gördüğü düşünülür) gibi hayal edebilir, fotoğraf düzenleme yazılımlarıyla gökyüzünü menekşe rengine boyayabilir, hatta maviyi menekşe rengi ile değiştiren bir lens icat edebilir. Şimdi Canın bu aksiyonları almasının sebebi olan gelişmiş beyni, merakı, entelektüel adanmışlığı ve genel olarak bir yarasanınkinden oldukça farklı olan dikkat, algı, hafıza, bilişsel durumlarının tamamına A diyelim ve bir büyük nalburunlu yarasa gibi olmak B olsun. Bu durumda sormamız gereken sorular şunlardır:
1: Can aynı anda hem A’ya hem B’ye sahip olabilir mi?
2: B, içinde A yı barındırabilir mi?
3: Can A’yı terk edip tamamen B’ye sahip olabilir mi?
Ilk iki sorunun cevabının hayır olduğu açıktır. Bu bağlamda Nagel’ın şu sözlerine dikkat çekmek istiyorum:
”Bu konuda hayal edebildiğim kadarıyla (ki bu pek fazla değildir), bana sadece bir yarasa gibi davranmanın benim için nasıl bir şey olacağını anlatır. Ancak soru bu değildir. Bir yarasa için yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmek istiyorum. Fakat bunu hayal etmeye çalıştığımda, yalnızca kendi zihnimin kaynaklarıyla sınırlıyım ve bu kaynaklar bu görevi yerine getirmekte yetersiz kalır. Şu anki deneyimlerime eklemeler, çıkarmalar veya değişiklikler hayal ederek bunu başaramam”
Fakat son soru, kendi başına araştırılmayı hak ediyor. Bunun için Can’ı 6000 yıl sonrasına, bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu tam olarak deneyimlememizi sağlayacak Nagel-5 cihazının icat edildiği yıla gönderelim. Nagel-5, ekolokasyondan renk algısına kadar bir yarasanın sahip olduğu tüm zihin durumlarını bir primatın deneyimlemesini sağlayabiliyor. Üstelik bunu yaparken A’nın tamamından kurtulabiliyor. Bu durumda Can heyecanlanıyor ve hemen kendisini Nagel-5’e bağlayarak prosedürü başlatıyor; A’dan kurtulup B’ye sahip oluyor. Peki, bu durumda “Can” bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmiş olur mu? Daha doğrusu, Can’ın beyin durumlarına sahip olmayıp tamamen bir yarasaya dönüştürülen bir organizma hâlâ Can olur mu? Bana göre bu soruların cevabı açıkça hayırdır. Çünkü Nagel-5’e bağlanan Can, bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmiş olmuyor. Olan şey, Nagel-5’e bağlanıp Can olma durumunu kaybeden ve fenomenolojik olarak büyük nalburunlu yarasaya dönüştürülen bir canlının, bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmiş olmasıdır.
Burada, “Can olmak” diye bir beyin durumu hiçbir zaman olmadığı, zira Çoklu Taslaklar Modeli’ne göre bunun bir illüzyon olduğu itirazı gelebilir. Bunu doğru kabul ettiğimizde ise “Can, bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu bilebilir” önermesini çöpe atabiliriz. Bunun yerine sadece “bir insan, bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu bilebilir” diyelim. O halde fizikalist itiraz şu şekilde düzenlenebilir: “insan beyni öyle bir hakikat taslağı üretebilir ki hem bir insanın bütün bilişsel durumlarıyla uyumludur hem de bir yarasa beyninin yarattığı hakikat taslağını içerebilir.” Stoljar’ın Bilgi Argümanına karşı (Mary’s Roomdan aşina olabileceğiniz) akıl yürütmesini ödünç alırsak, böyle bir hakikat taslağının olmadığını söylemek güçtür. Zira bir insan beyninin üretebileceği bütün hakikat taslakları içerisinde (bütün beyin durumlarının biyolojik kaynaklı olmak zorunda olmadığını, yapay beyin durumlarının da yaratılabildiğini ve bunun gelecekte ne kadar ilerleyebileceğini düşündüğümüzde olabilecek beyin durumlarının sayısı astronomik miktarlara çıkar) bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu içeren bir tane olamayacağını söylemek güçtür. Tabii burada mantık bir kez daha karşımıza çıkar. Bahsettiğim gibi, Can bir yarasa olmak için Can olmayı bırakmak zorundadır. Bu olursa, Can hiç bir zaman bir yarasa olmanın nasıl bir şey oldugunu bilemez. Fakat Dennett’in bahsettiği gibi kişilik bir ilüzyonsa, problem bir yarasa olmayı herhangi bir kişinin deneyimlemesinden ziayde bir insan beyninde bir yarasa olmanın nasıl bir şey oldugunun bilinmesini sağlayacak bir deneyimin simüle edilip edilemeyeceği konusunda yeniden kavrasmsallaştırılabilir. Ekolokasyon, 14.000 Hz’den 100.0000 Hz’ye kadar işlevsel bir duyu algısı, mavi renk körlüğü gibi bilişsel durumların fizyolojik sebebplerinin insan beyninde hiç bir zaman simüle edilemeyeceğini söylemek için hiç bir sebebimiz olmadığını kavrayabiliyoruz. Bu bağlamda, bir yarasanın fenomenal dünyasına katkı yapan her fizyolojik durumun insan beyninde simüle edilip edilemeyeceği, bizi felsefi değil ampirik bir soruyla baş başa bırakır.
Kaynaklar
[1] Nagel, T. (1980). What is it like to be a bat?. In The language and thought series (pp. 159-168). Harvard University Press.
[2] Dennett, D. (2003). Who’s on first? Heterophenomenology explained. Journal of Consciousness Studies, 10(9-10), 19-30.
[3] Dennett, D. C. (2017). Bilinç Açıklanıyor, çeviren: Sibel Kibar. İstanbul: Alfa yay.
[4] Nagasawa, Y. (2003). Thomas vs. Thomas: A new approach to Nagel’s bat argument. Inquiry, 46(3), 377-394.
[5] Gorman, M. (2005). Nagasawa vs. Nagel: Omnipotence, Pseudo‐Tasks, and a Recent Discussion of Nagel’s Doubts About Physicalism. Inquiry, 48(5), 436-447.