Çoklu Taslaklar Modeli ve Beyindeki Şöhret

Descartes’ın Meditasyonlar [1] kitabında tartıştığı ontolojisine göre evrende üç adet töz vardır: madde, zihin ve tanrı. Bu ayrımın başlıca sebebi tanrının indirgenememesi ve bu tözlerin farklı niteliksel doğaları olmasıdır. Düşünelim, bir hacime, kütleye; uzunluğa, yüksekliğe ve derinliğe sahip maddi nesneler, fenomenal düzeydeki durumlarla (inançlar, arzular, duygular vb.) bu nitelikleri paylaşırlar mı? Fizikalist düşüncenin geliştiği çağımızda bu soruya yönelik uzun tartışmalar yürütülebilse de Descartes’in yaşadığı 17.yy’da zihin durumlarının uzayda bir yer kapladığını idda etmek en iyi ihtimalle kişiyi bir alay konusu haline getirirdi. Bu durumun absürtlüğün Heil [2] şu şekilde ortaya koyuyor:

”Bir Whopper istemenin boyutu ve şekli olabilir mi? Texas’a dair bir santimetre uzunluğunda bir düşünceniz olabilir mi? Bu tür soruların hiçbir anlamı olmadığı aşikardır.” (s. 49)

Yani maddi töz yayılım, kütle ve boyut gibi nitelikleri barındırırken; zihinsel töz fenomenal nitelikleri barındırır. Ayrıca töz düalizminin duruşu zihinsel ve maddi durumların kişiler arası erişilebilirliği ile de desteklenir. Zira maddi tözler, değim yerindeyse, herkesin erişimine açıktır ve istisnai bir durum yok ise her özne tarafından bilinebilir. Fakat zihinsel tözler için durum bunun tam tersidir. Zira kişinin fenomenal dünyasına erişimi olan tek özne yine kendisidir. Herkesin erişimine açık olan bir masa, televizyon veya ses dalgasının aksine, bireyin zihin durumları salt şahsidir. Burada, iletişimle kendi zihin durumlarınızı başkalarına aktararak bu durumu ortadan kaldırabileceğinizi iddia edebilirsiniz. Fakat iletişim, zihin durumlarının ses dalgaları, mimkler veya metinler gibi maddi dönüşümleri sayesinde mümkündür. Bunlara ek olarak töz ikiciliği lehine daha fazla argümandan bahsedilebilir fakat genel hatlarıyla savunu bu şekildedir.

Bütün bunlardan hareketle Descartes, madde ve zihin arasına ontolojik bır sınır çizer ve birbirlerine indirgenemeyeceğini ifade eder. Fakat burada önemli bir problem, bir boşluk belirir. Zira farklı ontolojik statüleri olan bu iki tözün sürekli birbirlerini etkiledikleri açıktır ama bu etkileşimin doğası net değildir. Üstelik bu etkileşimin iki yönlü olması problemi daha da karmaşık bir hale getirir. Örneğin, sıcak bir çaydanlığa dokunduğuzda elinizin yanması gibi, heyecanlandığınızda nabzınız yükselmeye başlar. Dolayısıyla fenomenal zihnin ve bedenin ilişkisinin nasıl olduğu töz ikiciliğinin cevaplaması gereken nihai soru olarak karşımıza çıkar. 

Descartes bu probleme zihnin ve bedenin etikleşiminin epifiz bezinde gerçekleştiğini iddia ederek cevap verir. Anatomiyle oldukça ilgili olan Descartes, epifiz bezinin beynin neredeyse tam olarak beynin merkezinde olması gibi biyolojik sebeplerden ötürü bu seçimi yapmış olsa da, bu iddia sorunu biraz daha ötelemekten daha ileri gidememiştir. Zira özellikle Descartes sonrası dönemde termodinamik yasaları gibi bilimsel fenomenler fiziksel-gayrifiziklsel nedensel etkileşimini oldukça absürt bir fikir haline getirmiştir. Düşünelim, içeriği tamamen fenomenal olan mutluluk deneyimi, Zygomaticus Major kasınızı harekete geçirip yüzünüzde gülümseyen bir ifade yarattığında, bu kasın tamamen fiziksel olan aktivitesi gayri-fiziksel bir süreç tarafından başlatılmış olabilir mi? Eğer öyleyse bu aktiviteyi başlatan enerji, fiziksel evrene eklenmiş midir? Fakat bu durum enerjinin korunumu yasasının ihlali demek oluğu gibi benzerleri pek çok fiziksel durumda (momentumun korunumu) uyarlanabilir. 

Sonuç olarak, zihin durumlarının beyin durumlarına indirgenemeyeceği iddiası hala zihin felsefesinde oldukça popüler olsa da, evrende temelinde fiziksel olgular olmayan şeylerin olduğu ontolojik iddiası artık, iyi ki, neredeyse evrensel olarak reddedilmiştir. Zira fizik biliminin ve genel olarak insan zihninin sınırlılığı; cinleri, perileri, zihinsel tözü ve benzerlerini varsaymak için hiç bir sebep sunmaz, sadece epistemolojik sınırlarımızı gösterir.

Kötü Miras: Kartezyen Materyalizm

Descartes’in töz ikiciliğine ve çağdaş felsefesindeki itibarsız konumuna kısaca değinmiş olduk. Fakat Descartes’in ontolojik fikirleri her ne kadar reddedilmiş olsa da, Dennett’e göre, zihin felsefesindeki gizli etkilerini hala korumaktadırlar. Zira Descartes’e göre, zihin tek bir yerde toplanan ve insan bedeni ile etkileşime geçen bir olgudur. Parça parça olmak yerine toplu bir yapısı vardır ve kendini tek bir akış olarak özneye iletir. Dennett, günümüz fizikalist felsefesinin Descartes’in bu görüşünün materyalist bir biçimini miras aldığını söyler. Belki de artık bedenle etkileşime geçen ve fiziksel olmayan bir zihinden söz edilmez, fakat zihnin beynin tek bir bölgesinde, bir bütün halinde özne tarafından deneyimlendiği görüşü kartezyen materyalizm olarak karşımıza çıkar. Bu görüşe göre sanki beyinde zihin akışının geçtiği, ‘’işte bilinçli deneyim tam olarak burada yaşanır’’ diyebileceğimiz bir karargah vardır ve özne Dennett’in kartezyen tiyatro olarak metaforlaştırdığı bir yerde bu akışı izleyen bir izleyici konumundadır.  

Kartezyen materyalizmin bir miras olduğunu anladık, peki kötü bir miras olduğunu nasıl söyleyebiliriz? Bunun için pek çok farklı yanılsama örneği kullanılabilse de, ileriki kısımlarda bu konuya daha ayrıntılı değineceğim için, bu bölümü Dennett’in de bu amaç için kullandığı hayalet uzuv sendromu ile bitireceğim. Bu sendromu yaşayan kişilerin uzuvları yerinde olmasa bile sanki ordaymış gibi hissettikleri bilinir. Kaşıntı, karınclanma ve acı gibi zihin durumlarıyla kendini gösteren bu fenomen, bilincin tek bir yerde bulunduğu kartezyen materyalist bir anlayışta açıklanamaz. Zira beden hakkındaki bilgi tamamlanmış bir şekilde tek bir karargahta bulunsaydı, kişiler kopan uzuvlarını sanki yerindeymiş gibi deneyimleyemezlerdi. Görünen o ki: beyin, hakikati atomik, birleşik bir yapı yerine homojen bir şekilde temsil etmek ve bazı temsiller arasında seçim yapmak durumundadır. 

Yeni bir Bilinç Anlayışı

Zihin felsefesinde oldukça güçlü bir etki yaratan Bilinç Açıklanıyor [2] kitabında Dennett, Descartes’in mirasına karşı Çoklu Taslaklar modelini önerir. Bu modeli açıklamaya ilginç bir bilişsel psikoloji bulgusu ile başlayalım. Psikolog Paul Kolers ve Michael von Grünau, 1976 yılında araştırmalarında [3] katılımcılarına biri kırmızı diğeri yeşil ve çok küçük bir açı farkıyla gözlemlenebilen iki ışık kaynağı sundular ve bu ışıkları 50 ms zaman aralıklarıyla 150 ms boyunca yakıp söndürdürdüler. Ne deneyimlediklerini belirtmeleri istenen katılımcıların verdikleri cevaplar bir hayli şaşırtıcıydı. Zira katılımcılar önce yeşilışığın bir doğru üzerinde hareket ediyormuş gibi göründüğünü, kırmızı ışık kaynağıyla arasındaki mesafenin ortasına geldiğinde yeşile dönüşüp hereketine devam ettiğini ve bir süre sonra söndüğünü belirtmiştir. Bu fenomen, benzer bir çalışmadan alınan aşağıdaki figürden [3] veya Michael Bach tarafından oluşturulan internet sayfası [4] (kaynaklar kısmına bakınız) üzerinden incelenebilir.

Dennett, bu fenomen ile ilgili iki potansiyel açıklama ile devam eder. Bunlardan ilki olan Orwellci açıklama, ismini George Orwell’in 1984 romanındaki hakikat bakanlığının tarihi geriye dönük olarak yeniden yazmasından alır. Bu açıklamaya göre katılımcıların deneyimleri aslında beyinlerinin hafızalarını yeniden kurgulamasından ibarettir: yeşil ışığın ardından yanan kırmızı ışıkla ilgili girdi, sanki yeşilden kırmızıya bir geçiş deneyimlenmiş gibi bir anı formunda işlenir. 

Stalinci açıklama ise ismini Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliğin’de yönetim karşıtları ile ilgili yargıların mahkemeden önce verildiği, fakat sanıkların sanki adil bir makamca yargılanmışlar ve haklı olarak suçlu bulunmuşlar gibi gösterildiği göstermelik mahkemelerden (show trail) alır. Stalinci açıklamaya göre beyin, ışıkları olduğu şekilde algılar. Fakat bilinç düzeyine ulaşmadan önce bazı editöryel süreçlerle bu durumu yeniden düzenler ve yanılsamalı bir içeriğe sahip olan bir fenomenal durumu yaratır.

Dennett, bu iki açıklamanın da ikna edicilikten uzak olduğunu, zira beynin sanki kartezyen tiyatroya sunmak tek bir hakikat temsili hazırladığı anlayışına hizmet ettiklerini belirtir. Bu türden bir algı artık aşılmalıdır ve bilincin incelenmesi hususunda beyinde bilinç içeriğinin geçtiği bir odak noktası yerine beynin tamamı incelenmelidir. 

Bütün bunlardan hareketle Dennett, beynin her bölgesinin bilinci oluşturduğunu söyler. Beyin bölgeleri kendileri ile ilişkili informasyon süreçleri için dış dünyadan edindikleri uyaranları belli editöryel süreçlerden geçirirler. Büyük ölçüde birbirleri ile paralel çalışan bu çoklu süreçler, çağdaş temsili gerçekçilerin (Türkçe’de dolaylı gerçekçilik ismi ile de tanınır) de oldukça benzer şekilde aktardığı gibi, algı nesnelerinin içeriğini oluştururlar ve öznenin dünya ile ilişkisini sağlarlar. Örneğin, Gestalt psikolojisinin bir fenomeni olan tamamlama yasasına göre, aşağıdaki figürde aslında bir küre olmamasına rağmen sanki varmış gibi algılarız. Çünkü görsel uyaranı işleyen beyin süreçleri onu ham şekilde değil, editöryel revizyonlardan geçirilmiş halinde temsil eder. 

Benzer şekilde, bazı mürekkep lekelerini metin, bazı sesleri cümleler olarak algılamamız bu editöryel süreçlerin çıktılarılarıdır. Fakat bu taslaklar birbirleri ile çelişkiden münezzeh değildir. Zira hayalet uzuv sendromunda olduğu gibi, hakikat temsilleri tek bir yerde nihai bir bilinç durumuna hizmet etmedikleri için, çelişen gerçekliklere işaret ederek yanılsamalara sebep olabilirler. 

Ayrıca, editöryel süreçlerden geçen içeriklerin yeniden bu süreçlere tabi olmaları gerekmez. Öznenin yaşamı boyunca bir kere işlendikten sonra tekrar kullanıma hazır hale gelirler. Böylece, her bir algı nesnesini işleyen beyin bu işi ilk kez yapıyormuş gibi enerji harcamaz. Örneğin, acı deneyimine karşı negatif bir tutum sergilemek için bu durumu sağlayan bütün beyin durumları, acıyla sanki ilk kez karşılaşıyormuş gibi davranmaz. 

‘Burada Kartezyen Tiyatro yoktur; sadece Çoklu Taslaklar vardır. Bu Çoklu Taslaklar içerik tespiti süreçleri tarafından oluşturulmuştur. Bu taslaklar insan bedeninin yaşamı boyunca yolcuğunu kontrol eden, beynin daha geniş ekonomisinde çeşitli, yan-bağımsız roller oynarlar. Bir Kartezyen Tiyatronun varlığına ikna olmaktaki bu şaşılacak derecedeki ısrar, şimdiye kadar maruz bırakıldığımız ve artık açıklanan çeşitli bilişsel yanılsamaların bir sonucudur” [2] (s.503)

Peki, beyin Dennett’in belirttiği gibi sürekli çoklu taslaklar üretiyorsa neden bunların sadece küçük bir kısımını, yani bilinçli deneyimin içeriğini oluşturanları farkederiz? Bu problemin cevabını sadece Bilinç Açıklanıyor kitabıyla araştırmak yeterli olmayacaktır (bunun Dennett’in anlatımındaki boşluklardan kaynaklandığı kanımca açıktır). Bunun yerine, Dennett’in 2005 yılında yayımladığı derleme kitabı Sweet Dreams’de [5] ortaya koyduğu beyindeki şöhret (Fame in the brain) kavramı ile Çoklu Taslaklar modelinin tamamlanmış bir verisyonuna erişebilir ve sorumuzu yanıtlayabiliriz. 

Dennett’e göre bilinçli deneyim, beynin bir bölgesinde üretilen temsillerin diğer beyin bölgeleriyle iletişiminin kısa süreliğine güçlenmesi, yayılmış bir etkiye sahip olması ve dikkatin bu durumu güçlendirmesinden, yani beynin genelinde bir şöhrete sahip olmasından ibarettir. Bu temsiller birbirleriyle sürekli bir rekabet içindedir ve deneyimlediğimiz hakikatin içeriği olanlar, bu rekabetin kazananlarıdır. Örneğin bir özne, fi fenomenini deneyimlediğini dile getiriyorsa, bu durum, katılımcının beyninin deney sırasında oluşturduğu taslaklardan birinin, diğerlerine göre, beynin genelinde  yüksek düzeyde yankı bulması ve bu yankının dilsel bölgeye ulaşmasıyla açıklanabilir. Buradan hareketle söyleyebiliriz ki, bilinçli deneyim, editöryel süreçlerin sonunda beynin hakikat temsili olarak oluşturduğu taslaklar arasından görülebilme, konuşulabilme, işitilebilme gibi algısal durumların nesneleri olmayı başarabilecek kadar beyinde ünlü olanlardan ibarettir. Dehaene [6] bu durumu şu şekilde aktarır:

Bir bilgi, onu temsil eden sinirsel popülasyon, yukarıdan aşağıya dikkatsel amplifikasyon ile beyin genelinde birçok nöronun dağıldığı, uyumlu bir etkinlik durumuna yönlendirildiğinde bilinçli hale gelir.” (s.1)

Bundan fazlası, yani kartezyen tiyatrodaki sahnede sunulmak üzere hazırlanmış nihai bir bilinç akışı veya nitelceler (qualia) bir yanılsamadan ibarettir. Dennett’in modelinin en dikkat çekici sonucu ise, popüler kültürde sıkça karşımıza çıkan ama hiç bir zaman incelikle açıklanmayan, kişiliğin de bir yanılsama olduğudur. Zira beyinde şöhrete kavuşan taslaklar farkedilmek üzere bir kişiye sunulmaz, bu taslaklar zaten bilinçli deneyimin bizzat kendisidir. Örneğin, bu makaleyi şuan okuyan siz, ekranınızdan gelen uyaranları beyninizin işlemesi sonucunda kişiliğinize sunulmuş bir metni deneyimlemiyorsunuz. Bunun yerine olan şey, bu makaleyle ilgili uyaranların editöryel süreçlerden geçmesi sonucu pek çok temsilin oluşması, bunların arasından beyninizde en büyük şöhrete sahip olanın farkedilmesidir. Bu durumu farkeden bir kişi yoktur. Zira bu durumun beyin tarafından farkedilmesi (yeterli şöhrete sahip olması) deneyimin tamamıdır.

”İçerikler meydana gelir, gözden geçirilir, diğer içeriklerin yorumlanmasına veya (sözel ve başka türlü) davranış modülasyonuna katkıda bulunur, süreçteki izlerini bellekte bırakır. Nihayetinde çürür veya sonraki içeriklerle birleşir; ardından ya tamamen ya da bir parça onların üzerine yazılır. Bu içerik çilesi, çokluğundan ötürü, daha ziyade bir anlatı gibidir. Zamanda herhangi bir noktada, beynin çeşitli yerlerinde, düzeltmenin çeşitli aşamalarında anlatı parçalarının çoklu taslakları bulunur.” [2] (s.162-163)

Böylece Çoklu Taslaklar modeli için incelikli bir giriş yazısı hazırladığımı düşünüyorum. Bu metni hazırlarken Dennett’in anlatısının derinliğine sadık kalmaya çalıştığım için metni orta düzeyde felsefi ve bilşsel psikoloji bilgisiyle anlaşılabilecek bir basitlikte tutmaya özen gösterdim. Fakat okur konuyu daha ileri düzeyde kavramak istiyorsa Global Workspace theory’yi titizlikle incelenmelidir. Zira beyindeki şöhret fenomeninin sinirbilimsel gerçekliği kanımca bu şekilde tam olarak anlaışlabilir. Bu amaç doğrultusunda bu makalenin referens bölümünde bulabileceğiniz, Deheane’nin atıf yaptığım makalesini öneriyorum.

Kaynaklar

[1]  Descartes, R. (2008). Meditations on first philosophy (M. Moriarty, Trans.). Oxford University Press.

[2] Dennett, D. C. (2017). Bilinç Açıklanıyor, çeviren: Sibel Kibar. İstanbul: Alfa yay.

[3] Kolers, P. A., & von Grünau, M. (1976). Shape and color in apparent motion. Vision research, 16(4), 329-335.

[4] Bach, M. (n.d.). Color Phi Phenomenon. michaelbach.de/ot/col-colorPhi/

[5] Dennett, D. C. (2005). Sweet dreams: Philosophical obstacles to a science of consciousness. MIT press.

[6] Dehaene S, Naccache L. Towards a cognitive neuroscience of consciousness: basic evidence and a workspace framework. Cognition. 2001 Apr;79(1-2):1-37. doi: 10.1016/s0010-0277(00)00123-2. PMID: 11164022